8 Eylül 2010 Çarşamba

Betray My Secrets - Shamanic Dream


I See Deserts On My Flight
I See Dragons In The Glowing Night
The Tigers Of Eternity
Universal As Light

I See
The Desert Queen
I Live
My Shahmanic Dream

I Sail My Ship To Sunset Skies
Through The Red Feverous Night
I Leave Behind All Misery
On The Sinking Shore Called Past

The Night Turns To Day
I See The Opening Morn
When I Awake
To Face Reality

6 Eylül 2010 Pazartesi

Scorpions



DinlenmeyenRadyo'ya ilk koymam gereken playlist buydu aslında ama bu zamana kısmet oldu. Müzik ufkumu açan, 2 sene boyunca Winds of Change'i aşk şarkısı zannederek dinlediğim (hayır anlamıyosun madem, bari aç oku değil mi sözleri), "olm Türkiye'ye gelsinler çoccuuuumu keser giderim" deyip de buradaki muhtemel son konserlerine gidemediğim, birbirlerine sahip çıkışlarına hayran olduğum, bir yandan da bazilyonla best of yaptıkları için ayar olduğum canımın içisi gözümün nuru scorpions'um. Klaus götündeki ağaran kıl olayım he mi tatlı bücürüm benim.

Bazıları deyicek ki nerede benim Still Loving You'm, nerede hani Send Me An Angel, Always Somewhere. Onlar olduğu yerde duruyor, ama bu playlist daha bir kırık parçalardan oluşuyor. Hoş sondaki Kansas cover'ı pek konsepte uymuyor ama görünce dayanamadım ekledim. Bir de live'lar var, çevir çevir dinle.

Bunu hazırlarken farkettim ki ismi Coming Home olan hiçbir parça dandik olmuyor, kesin bir iş var bu işte!




Holiday
Let me take you far away
You’d like a holiday
Let me take you far away
You’d like a holiday

Exchange the cold days for the sun
A good time and fun
Let me take you far away
You’d like a holiday

Let me take you far away
You’d like a holiday
Let me take you far away
You’d like a holiday

Exchange your troubles for some love
Wherever you are
Let me take you far away
You’d like a holiday

Longing for the sun you will come
To the island without name
Longing for the sun be welcome
On the island many miles away from home
Be welcome on the island without name
Longing for the sun you will come
To the island many miles away from home 

In Trance
I wake up in the morning
and the sun begins to shine
the day did sneak up on the night
I see your face and I see myself
and I get a little taste of life
I try to stand it for a while

But I'm in a trance
Hey baby tell me can't you hear me calling
I'm in a trance
I take too much in the Saturday night
Hey... Hey
Hey baby tell me can't you hear me calling
I'm in a trance
I wanna try to stop this life

I feel so sad I'm feeling down
On the radio the music plays
I'm in love with her and I feel fine
I close my eyes
I think today is getting better with a sip of wine
and I can stand it for a while

When I'm in a trance
Hey baby tell me can't you hear me calling
I'm in a trance
I take too much in the Saturday night
Hey... Hey
Hey baby tell me can't you hear me calling
I'm in a trance
I wanna try to stop this life


When The Smoke Is Going Down
Just when you make your way back home
I find some time to be alone
I go to see the place once more
Just like a thousand nights before
I climb the stage again this night
'Cause the place seems still alive
When the smoke is going down

This is the place where I belong
I really love to turn you on
I've got your sound still in my ear
While your traces disappear
I climb the stage again this night
'Cause the place seems still alive
When the smoke is going down

I climb the stage again this night
'Cause the place seems still alive
When the smoke is going down
When the smoke is going down
When the smoke is going down

Coming Home
Every moring when I wake up yawning
I'm still far away
Trucks still rolling through the early morning
To the place we play
Boy you'r home, you're dreaming, don't you know
The tour's still far away
Boy you'r home, you're dreaming, don't you know
You're having just a break
Dream we're going out on stage, it feels like
Coming home again
Dream we're going out on stage, it feels like
Coming home again
Dream we're going out on stage, it feels like ...

Year after year out on the road
It's great to be here to see you all
I know, for me it is like
Coming home

Day after day out on the road
There's no place too far that we wouldn't go
We go wherever you like
To rock'n roll

Jump on the seats, put your hands in the air
Give me a shout, let me hear you're out there
The wilder you scream for some more rock'n roll
The higher we'll go

Year after year out on the road
It's great to be here to rock you all
I know, for me it is like
Coming home
Like coming home ...



Dip Not: Fly People Fly da bu listedeydi ama grooveshark'a bir türlü upload edemedim defalarca denememe rağmen. Oyüzden buraya düştü garibim.



Comic of the day and it goes for a yaaay!

Ortak blogdaki yazılarımdan da (topu topu beş tane filan) anlaşılacağı üzere, webcomic hastası olan ama onlara gereken ilgiyi gösteremeyen bir insanım.O yüzden biraz olsun aşkımı buralarda ifşa edeyim de darılmasınlar bana. Denk geldikçe güzel olduğunu düşündüğüm sayıları teşhir edicem burada spoiler kaygısı yaşamadan. İlk konuğum QC'den Pintsize(evet son paneldeki ufaklık).


Pintsize benim olsun, dünya sizin olsun. Hatta ekstradan bir Zeke'yi de alırsam gün gelir dünyayı fethederiz beraber. Viva robot resistance!

Songs: Ohia - John Henry Split My Heart




I stood on the 66 Hwy
Wysteria, Magnolia beside the green line track
Said "Don't Come Back"
I found myself standing on the mountain
Beneath my full moon heart
John Henry split this heart split this full moon heart
Swing the heaviest hammer you got
Hit this one out of the park
He says boy what you going to do
With your heart in two
If its good enough
But only if its good enough
Half I'm going to use
To pay this band
Half I'm saving because I'm going to owe them

5 Eylül 2010 Pazar

Çığır oradan bir uzun hava Eric, Beautiful Tonight, olsun yakışır yiğidime.





Güzel bir geceydi. Evvela, "Eyvah Eyvah" adlı güzide, deus ex sonu hariç gayet başarılı bulduğum filmi izledim. Ata Demirer, Çanakkale şivesiyle döktürmüş yine. Yer yer yapmacıklığa kaçsa da, çok göze batmıyor. Kadronun geri kalanı da muhteşem ama işi götüren Ata. Aileyle izlenebilecek ve sıçıp sıvamamış ender Türk komedi filmlerinden. En azından zamanında çok beğenip takdir etsek de, günümüze gitmeyen, en azından Kemal Sunal yapmadıkça, Şaban zihniyetinden uzak bir film. İzlemeyen varsa edinsin, alsın eline çayını çekirdeğini, yanına da validesini pederini, aile saadetiyle izlesin.

Sonra dışarı çıktım. Hava tam, kadim cüce dostumun seveceği tiptendi, ne sıcak ne soğuk, sessiz ve üzerine beyaz gömleğinizi giymiş, elinde kahve fincanıyla yatakta bağdaş kurup gülümseyen kadın gibiydi(utopia or distopia). Ama yoktu ailenizin doorfu, bu şehirde değildi artık. Beni bir başıma bırakıp gitti pezemenk. Nedenin bilmediğim (yalanını sikiyim der uzakta birileri) bir buruk mutluluk ya da datlı hüzünle, her zaman nargile içip "FOR THE ÇAAAAY" diye nara attığımız mekana doğru yola koyuldum. Halbusi daha iki (rakamla 2) gün evvel aynı mekanda "Bana erkeg buloğu bul lan, doğu batı bıloğu kalmadı lan zaten, hatun "entry"si istemiyorum artıkın, bilo biloğu ver bana" diye çemkiriyordum ama o yoktu artıkın. WTB ARMAN!  

Yolumu biraz uzatıp, eskişehirimin en güzel nimetlerinden biri olan geç saatlerde kitapçıların açık olmasından istifade etmeye karar verdim. Bir süredir edinmek isteme rağmen, bu isteğin beni küresel ısınmadan daha derin endişelere gark eden, biricik kardeşimin dumanı üzerinde tüten (ne dumanı ak47, ikinci baskısı çıkmış herifin, yani kitabın, tabii ki basmamışlar Aras'a) kitabını almaya karar verdim. Ben görüşmeyeli herifçioğlu bayağı meşhur olmuş blog alemlerinde, 841 izleyici ne lan hayvan. Kesin yarısı maaşlıdır onların. Evet, samimiyetle söylüyorum, çekemedim bu kadar ünlendiğini ve kitabının çıktığını öğrenince. Evet , yeniden samimiyetle itiraf ediyorum maaşlı olan benim, aras gönder paramı öperim yoksa gıdından haberin olsun.

Zevk ülen dinlemekte olduğum antimatter'ım bitmesi için ağır ağır tamamladım yolumu.

Dost konağı, her ne kadar ismi so gay olup, erken saatlerde uğranmaz bir yer olsa da, sessizliği, serinliği, şahane nargilersi ve çamur kıvamından pekçe uzaklaşan çayıyla gönlümüzü kazanan bir mekan. Çok fail bir gece de keşfetmiş, bu keşfe armanımı da dahil etmiştim. Ama yoktu o artık. Nedense, ıssız çatılarda vuuk guuk diye sevişen iki kumru misali, iyi çay-nargile birlikteliğini sağlayan mekanlar, müzik ve müşteri kitlesi olarak bize bir türlü uymuyor (bakınız serdivan). Belki biz mutluluğu yanlış yerde arıyoruz (bakınız hera). Halbusi bir arabeskçi, bir fantazyacı, bir popçu olsak daha mutlu mesut olabiliriz dumanlı mekanlarda. Adam gibi müzik dinleyelim diye az mı porsuk kıvamında çay içip, benim acemilik zamanlarımda bile hazırlamadığım nargileleri nefes ettik (bakınız hera). Evet, bir altıpatlardan çıkan "BAM!" bayrağının hazzıyla söylüyorum, ben nargile hastasıyım. Çok da güzel yaparım nargileyi. Kendi keşfim olan folyo sarma yöntemim dolayısıyla, gorbaçov bile kişisel deniz altısını göndermiştir ben ona nargile yapayım diye. En azından kafam güzelken böyle yaratıcı bir kamillik uydurabildiğim için kendimle gurur duyuyorum. 6 senenin ortalaması alındığında, yılın 287 (yazıyla ikiyüz seksen yedi) günü nargile içmiş biri olarak bırakın da az eleştireyim çoluk çocuğun hazırladıklarını.

Çömdüm köşeye, ferah asmalardan uzak olsam da en dipte, servisin en hızlı olacağı, devamlı "bu garson bana bakmalı, bana köz yapmalı" şeklinde şarkılar söylemeyeceğim bir yerdeydim. "Şefim" dedim, "ben bir tane günün nargilesi ve duble sade türk kahvesi alayım" dedim. Mekanda filtre kahve olmamasından  dolayı, ufak fincan  kahve de o an ruhumu doyurmayacağından mütevellit böyle haylazlıklar yapıyorum. Keşke quadro esspresso hazırlasa kahve dünyası, duble boy double esspresso. Bu dileğimi ifşa ettiğimde Lingo musur lango mudur öle bişi getirdilerdi geçenlerde, ona da hayran kaldım. Aslında türk kahvesi gönlümün sultanıdır her zaman, ama iyi yapan yer azdır. Bir anacımın kahvesi, bir serdivan bir de mandabatmaz'ın kahvesi haktır bana. Eh dost konağını eklemek gerek kervana artık. Buradan çıkarılacak sonuç: Müzik ile kahve doğru orantılı, türk müziği çalan yerler iyi türk kahvesi, ecnebi müziği çalan yerler de iyi ecnebi kahvesi pişirmekte.

Nescafe kupasında türk kahvesi+şefin tercihi çilenkli nargile kombinasyonu, hafif esen rüzgarın tınısıyla  gözlerimin önünde striptize başladıklarında, ben ilk yüz vermedim. Ağır ağır, artizlik yaparaktan kitabımı çıkardım...da kime artizlik yapıyosun doğru düzgün adam yok ki mekanda. Ah o gitmeyeydi karşımda oturan bir adam olurdu. Bir başıma oturmazdım öyle. Gitme dur arman, yalan söyledim. WoW'a da dönücem bak, yeter ki sen geri dön:]

İki fırt çekince, dedim ki "arkadaş this shit good shit". Her güzel nargile de bir süre sonra ellerim titremeye, yüzüme tatlı bir ateş basmaya başlar. Hafif baş dönmesi cereyan eder. Bu bebekle de aynılarını yaşıyordum. Her ne kadar kitap okuyor gibi gözüksem de, o kitap bir paravandı ben, nargile ve kahve arasında geçen oynaşmaları el gözlerden gizlemek için. Nargileyle ateşli bir aşk içindeydik, piramidin tepesinde dolanıyorduk. Ama rolleri değişmiştik, dudaklarımız her kenetlendiğinde o benim içime akıyordu hem de çilek tadında. Sanki utana sıkıla aldığı meyveli kondomu gururla takmış, ama işin ilerleyen aşamalarında sıkılıp benim de razı gelmem den istifade edip, plastik deriyi çıkarıp atmış bir ergen gibiydi. Bense halinden memnun bir kevaşe edasıyla sömürüyordum onu. Anlık ve 1000megahurts frekanslı bir orgazm değildi bizimki, 1.5 (yazıyla bir buçuk) saate yayılmış bir keyifti.

gibi...

Kahveyi takip eden çaylarım artık karbonat kokmaya ve okumaktan sıkıldığımda kalktım. Dönüş yolumda ikilemlerden ikilemlere koştum. Ramazan dolayısıyla mekanlar sahura kadar açıktı, ama biliyordum ki o mekanlarda oturanların hiçbiri sahuru beklemiyorlardı. "Bana ne"lik bir durum olmasına rağmen bunu o an aklımdan geçirmem de bir başkasıydı mesela. Gece, nemrut göleminin daha da seveceği bir hal almıştı, daha serin daha kadınsıydı.

Aslında gideceği belli olan bu adam için niye bu kadar yazdım, aşık mıydım tabii ki de değildim. Ama gitmeden evvel sırf darlanayım diye araması, benim uğurlamaya gidememem yazdırıyor bana bunları. Vicdan hesaplaşması yani. İki gün sonra sorsalar "hassektirdi gitti iyi oldu pezemenk, esk bana kaldı" derim. Demem mi, derim, demezsem adam değilim.

Porsuk kenarında tartışan bir çift başka bir eğlence kaynağı oldu bana. Kız bağırıyordu "beni öpmeyi ne zaman bırakacaktın, beni sevmeyi ne zaman? daha da tükenince mi?" gibi ona edebi gelen ama göre gayet saçma olan cümleler kuruyordu. Burada aslında amaçlar bellidir ve iki tanedir; birincisi "ben bu hergeleyi terk edicem, ama bakın bilinsin ki hergele olduğundan, benim zerre kabahatim yok", ikincisi de "yok mu beni öpecek sevecek, tükenmeyecek biri" mesajlarını vermektir o saatte öle barınmasının sebebi. Halbusi otursalar kamuya kapalı bir alanda, ses düzeyini ahlaki seviye de tutup azcık ağlaştıktan sonra çok da ahlaki olmayan ama pekçe romantik olan işler icra edebilirler. Anlamam kızların bu dışarıda kavga etme sevdasını. İçimden geldi, "ah kuzum ben öper koklarım seni ama gün gelir bana da edeceksin aynılarını, bak garibimin sesi soluğu çıkmıyor yakışıklı da gözleri de buğulu, belli ki hala seviyor seni. Allah'tan belanı mı ararsın be cazgır karı" demek, ama büyük ihtimalle dayak yiyen ben olacağım için vazgeçtim. Cırmalanmam da cabası.

Adalar mevkinden uzaklaşıp, evime yaklaştıkça nargilenin after-intercourse etkileri artıyordu. Göğsüme Nick Frost oturmuş gibiydi, hem de shaun of the dead'in finalinde ki elinde ps gamepad'iyle haptığı gibin. Durunca biraz kalkar gibi oluyordu ama yürümeye yeniden başlayınca yine oturuyordu, hem de oturduğu sheldon'ın yeriydi. Neyse ki yolda herhangi bir kriz geçirip yığılmadan geldim. Ciğerlerimin sapa sağlam olduğunu bilmeme rağmen,
nargilenin böyle bir etki yapması şaşırtıyordu beni.

Şimdi merak edenler olacaktır neden böylesine uzun ve anlamsız bir yazı yazdım diye. Aslında ilk elden merak eden, uyanıkken bile bilinçaltıma söz geçiremeyen bilinçüstüm. Çünki uzun zamandır böylesine durgun ama huzur dolu, böylesine buruk olmasına rağmen mutluluk da veren bir gece geçirmemiştim ve kendimle paylaşmak istedim. Her ne kadar üçüncü şahıslarla bir şeyler paylaşıyormuşum gibi dursa da bu blog, kendi kendime olan saçmalamalarımın, kızgınlıklarımın, eğlencelerimin bir güncesi. Egoistliğin avatarı olaraktan kendi yazdıklarımı yüzlerce kez okuyabilecek, her defasında da eğlenip, sinirlenip, darlanabilecek bir insanım. Günlük hayat gerek o sebep olsun gerek bu sebep olsun söyleyemeceğim zırvalıkları boşalttığım bir cumbucket burası. Yazarken bilem kendi kendime "get a life bitch" diye hıçkıra hıçkıra ağladığım bu bloğun okurlarına sabır diler, yakınlarına da limonata ısmarlarım.


4 Eylül 2010 Cumartesi

Nick Cave - Where The Wild Roses Grow


They call me The Wild Rose
But my name was Elisa Day
Why they call me it I do not know
For my name was Elisa Day
From the first day I saw her I knew she was the one
She stared in my eyes and smiled
For her lips were the colour of the roses
That grew down the river, all bloody and wild
When he knocked on my door and entered the room
My trembling subsided in his sure embrace
He would be my first man, and with a careful hand
He wiped at the tears that ran down my face

On the second day I brought her a flower
She was more beautiful than any woman I'd seen
I said, "Do you know where the wild roses grow
So sweet and scarlet and free?"
On the second day he came with a single red rose
Said: "Will you give me your loss and your sorrow"
I nodded my head, as I lay on the bed
He said, "If I show you the roses, will you follow?"

On the third day he took me to the river
He showed me the roses and we kissed
And the last thing I heard was a muttered word
As he knelt (stood smiling) above me with a rock in his fist
On the last day I took her where the wild roses grow
And she lay on the bank, the wind light as a thief
And I kissed her goodbye, said, "All beauty must die"
And lent down and planted a rose between her teeth

3 Eylül 2010 Cuma

Bruce Springsteen - The River


I come from down in the valley where mister when you're young
They bring you up to do like your daddy done
Me and mary we met in high school when she was just seventeen
Wed ride out of that valley down to where the fields were green

Wed go down to the river
And into the river wed dive
Oh down to the river wed ride

Then I got mary pregnant and man that was all she wrote
And for my nineteen birthday I got a union card and a wedding coat
We went down to the courthouse and the judge put it all to rest
No wedding day smiles no walk down the aisle
No flowers no wedding dress
That night we went down to the river
And into the river wed dive
On down to the river we did ride

I got a job working construction for the johnstown company
But lately there aint been much work on account of the economy
Now all them things that seemed so important
Well mister they vanished right into the air
Now I just act like I don't remember, mary acts like she don't care
But I remember us riding in my brothers car
Her body tan and wet down at the reservoir
At night on them banks I'd lie awake
And pull her close just to feel each breath she'd take
Now those memories come back to haunt me, they haunt me like a curse
Is a dream a lie if it don't come true
Or is it something worse that sends me
Down to the river though I know the river is dry
Down to the river, my baby and i
Oh down to the river we ride

31 Ağustos 2010 Salı

Adema - Barricades in Time



Eyes are still red
Coming apart
The lies won't take me far
Body aches
These hands shake
Dealing comes with scars
It's hard to sleep with all that's questioned

Can I find, peace of mind
Barricades in time
Can I find, peace inside
And let love come save my life

Tried to forget
Feelings of death
Invading panic spawns
Can't concentrate
No one relates
Stealing all the light
Spreading thin the soul in sections

Can I find, peace of mind
Barricades in time
Can I find, peace inside
And let love come save my life

The enemy's my own thinking
I never let it show
The weight of me I am sinking
I fight this more than you know

Can I find, peace of mind
Barricades in time
(Can I find, peace of mind)
Can I find, peace inside
And let love come save my life
(Everything is fine)

Can I find, peace of mind
(Barricades in time)
If you ask, everything is fine
(Everything is fine)
Can I find, peace inside
(Barricades in time)
As I deal with my own strife

The enemy's my own thinking
I never let it show
The weight on me I am sinking
I fight this more than you know

30 Ağustos 2010 Pazartesi

We mimmed you bastrad!!!

Bu olay nedir tam olarak bilmiyorum, kaynağı nedir, nerden ne zaman çıkmıştır. Adet olmuş gibi duruyor, madem öle biz de edelim adet yerini bulsun, ayıp olmasın. 

1) Lakabın var mı varsa nedir?
GodlessTurtle, Allahsız Tosbaa, C...seç beğen al aklıma gelenler şimdilik bunlar.


2) Son zamanlardan da dile dolanan şarkı?
Söz ezberleme özürlüsü bir insan olduğum için pek bişi dolanmaz dilime.


3) En son ne zaman ve neye/kime aşık oldun?
Bu hafta içinde, aşık olmama ve aseksüel olma fikrine.


4) En son okuduğun kitap/film?
Neil Gaiman - Yokyer(okuyorum halen), Pişmişinden olsun dersen Anne Rice - Vittorio. Waking Life'ı izlemeye çalıştım gecenin bir yarısı, açmadı.


5) Son zamanlarda en çok özlediğin...
Loş ışık, kahve kanyak, nargile ve frp kombinasyonu zannımca. Ya da wow, emin olamadım.


6) Bir günlüğüne ünlü biri (oyuncu/şarkıcı/politikacı vs) olma hakkı tanınsaydı kim olurdun?
RTE olup kendimi vurmak çok cazip geliyor ama ben bu güzide hakkı aşağıda videosu verilen şey olma yolunda kullanıyorum(Hayır efenim ne münasebet topum inşaata filan kaçmadı benim, kaç kere söyleyeceğim).


7) Yarın sabah ki ilk planın?
İşe gitmek! yaaaaay!


8) En sevdiğin huyun?
Herhangi bir tartışmayı heyecanlı ama celallenmeden ve karşımdakini dinleyerek sürdürebilmem.


9) Şuan ki bölümünde/mesleğinde olmasan ne olurdun?
Aşcı, büyük ihtimalle şimdiye şef olmuştum.
10) Okurken en zevk aldığın 3 blog?
Öle aman aman takip ettiğim çok blog yok. Bu mim olayına da benim okuduklarım arasından cevap verebilecek 2 blog var, onlarda

6. sorunun cevabı da burada, afiyet olsun.

Mory Kante - Yeke Yeke



bi sounkouroun lou la donkegna ah ah 


bi kamberen lou la donkegna ah ah 
i madji i ma yele 
i kanan n\'bila nara ro 
n\'bo n\'bolo bila 
kanfalani yana sara le ila 
gnin kisse gbela serra le ils 

yekeke nimo ye ke ye ke 
yekeke nimo ye ke ye ke 

ke woye boli lale 
n\'na doni kassi kan 
woye boli lale 
eh eh 
nye n\'ta sorona kono mi ma ta i yonfe 
wo den te soron lonkelena 
sini mory la diyande 
timba bara wouloukounta 
souba ma kata i yala 
ah sara lila 

yekeke nimo ye ke ye ke 
yekeke nimo ye ke ye ke 

djely mousso ni kedjou to wara bo 
m\'ba mofila tema yan feou 

yekeke nimo ye ke ye ke 
yekeke nimo ye ke ye ke 
yekeke nimo ye ke ye ke...





90'lar civarı, diz kadar veledim. Bir tane Blaupunkt marka müzik setimiz var, evlere şenlik. Dönemim en temiz, en şahane makinalarından. Şu marka işte, hala da varmış ve eski kalitesi devammış. 



İşte o teyp'de(o zamanlar öle idi çünkü, ya da kaset çalar, ki bizdeki aygıt plak da çalabiliyordu aynı zamanda), uzay gemiciliği oynamadığımız zamanlarda (o zamanlar öle idi çünkü, uzay gemisi denilince bazilyonla ışık, düğme, pot anahtar filan, bkz Aliyen Bir), aralıksızın bu şarkıyı dinlerdim. 80 kuşağındakiler(bu kuşak 85 ile biter haberiniz olsun) ve öncesi kesin hatırlar zaten. Matilda'nın bloğa yorum yazarken aklıma geldi, hemen dedim bulayım bir dinleyeyim. Klibi bilem varmış, hiç izlememiştim(o zamanlar öle idi çünkü, klip mlip nereye). Ayrıca şarkının Gine'ce olduğunu da yeni öğrendim. Olsun, geç olsun güç olmasın. 

29 Ağustos 2010 Pazar

The Tea Party - Drawing Down The Moon



holding on
once again
take the time to look around
is it all in vain
can't you see
stay with me

i need you now
to stop the rains
but you want to know how it feels
(he really sings 'but you can't see how it feels)
until you have felt the same
stay with me
can't you see

don't let me down
stay with me
don't leave me now
stay with me
when darkness descends it's all you see
don't let me down
stay with me

you tell me what you want

she's drawing down the moon
i can see it in her eyes
i think it's too soon
i think she's going to cry
she's drawing down the moon
she should turn away
I think its too soon
can't she hear me when i say

you tell me what you wan't

don't let me down
stay with me
don't leave me now
stay with me
when darkness descends it's all we see
don't let me down
stay with me 

Mesleki Bilgiler Serisi: Kamyonculuk


Şekilde görünen ve halk arasında "Naaah!" olarak bilinen bu işaret, kamyonculukta sık kullanılan ve "Tekerinin arasında taş var!" anlamına gelen bir hızlı haberleşme şeklidir. Mors alfabesinin kullanım alanı bulamadığı bu meslekte (çünkü kamyoncu ayaklarıyla direksiyon ve vitesi idare edeken elleri de sigayı tutmak ve tesbih sallamakla meşguldür, sellektörle mors alfabesini kullanmaya ayıracak uvzu kalmamıştır), sollamakta olduğunuz meslektaşınızı, tekerinin su olukları arasına sıkışan ve ölüme sebebiyet verme ihtimali taşıyan taş hakkında en hızlı bu şekilde uyarabilirsiniz.

Örnek Soru:
Mesleğe yeni başlayan Ali kamyonunu 97,62 km/saat hız ile sürmektedir. Kamyonun bir tekerinin en dış çapı 18" ve teker oluk derinliği 2 parmaktır, ali parmağı. Sağ arka tekerin oluğuna giren taşın kütlesi 22.38 gr'dir. Taşı farkedip Ali'yi uyarmak isteyen Rıza'nın Ali'yi sollarken Kartal GTI model aracının hızı 113. 51km/saat ve TATV işaretini yaparken bileğinin salınım hızı 0.84 TATV/saniye ise,
a-) Alinin 306 metre ileride ki ışıklarda Rıza'yı yakalayıp ağzını burnunu kırması ve üzerine bir sigara yakması ne kadar zamanını alacaktır?
b-) Malını indirip akşama kahvede olayı anlattığında, ve tecrübeli arkadaşları ona TATV'ın açıklamasını yaptıklarında, pişmanlığı ne kadar sürecektir?
c-) Rıza'nın hastanelik olmasından sadece 37200 salise sonra, Ali'nin yukarıdaki hızının 3/5 ile seyahatinin 708. metresini bitirdiği anda 32km/saatkare ile hızlanışından, 5720 desimetre sonra kamyonun teker oluğunda fırlayan taşın, Ali'nin 30 metre gerisinde anlık 1.105381e-14 ışıkyılı/saat hız ile seyir eden Berkcan'ın kafatasından içeri girdiğinde, taşın x ekseni ile hareket düzlemi arasındaki açı nedir?

Bunu öğreneli bir zaman oluyor ama paylaşmayı unutmuşum. Kariyer planları arasında kamyonculuk olan arkadaşlara rehber olması dileğiyle.

Seç Beğen Al - House Of The Rising Sun




There is a house in New Orleans
They call the Rising Sun
And it's been the ruin of many a poor boy
And God I know I'm one

My mother was a tailor
She sewed my new bluejeans
My father was a gamblin' man
Down in New Orleans

Now the only thing a gambler needs
Is a suitcase and trunk
And the only time he's satisfied
Is when he's on a drunk

Oh mother tell your children
Not to do what I have done
Spend your lives in sin and misery
In the House of the Rising Sun

Well, I got one foot on the platform
The other foot on the train
I'm goin' back to New Orleans
To wear that ball and chain

Well, there is a house in New Orleans
They call the Rising Sun
And it's been the ruin of many a poor boy
And God I know I'm one

DipNot: Benim bildiğim ve dinlediğim şarkı The Animals'a ait. Ne var ki üşendim araştırmadım. Grooveshark'da arattığımda karşıma bunlar çıktı. Her yorum birbirinden güzeldi seçim yapamadım.

28 Ağustos 2010 Cumartesi

Queensryche - Spreading The Disease





She always brings me what I need
Without I beg and sweat and bleed
When we're alone at night
Waiting for the call
She feeds my skin

Sixteen and on the run from home
Found a job in Times Square
Working Live S&M shows
Twenty-five bucks (a fuck)
And John's a happy man
She wipes the filth away
And it's back on the streets again

Spreading the disease
Everybody needs
But no one wants to see

Father William saved her from the streets
She drank the lifeblood from the saviour's feet
She's Sister Mary now, eyes as cold as ice
He takes her once a week
On the alter like a sacrifice

Spreading the disease
Everybody needs
But no one wants to see

Religion and sex are powerplays
Manipulate the people for the money they pay
Selling skin, selling God
The numbers look the same on their credit cards
Politicians say no to drugs
While we pay for wars in South America

Fighting fire with empty words
While the banks get fat
And the poor stay poor
And the rich get rich
And the cops get paid
To look away
As the one percent rules America

Spreading the disease
Everybody needs
But no one wants to see
The way society
Keeps spreading the disease

27 Ağustos 2010 Cuma

Antimatter - Leaving Eden



Put the thorn in my side, the coins on my eyes
I'm not awake, I'm leaving Eden
And all her frozen charms lie cold in my arms
Panic went away and left me reeling
It's warm outside but the weather fails to hide
the stinging loss inside
For in the back of my mind I always thought I'd find my way to paradise
On I'd walk to paradise ...

But grace and lies locked the door from the other side
And now there's not much else there
Grace and lies
In all how long can you hide, how long?
The cost of innocence is the loss of innocence
Some may pass away, but some die screaming
When it came to my time, oh it took me by surprise
Was it my mistake, or am I born for giving in?

Dream Theater - Finally Free

[Miracle:]
Friday evening
The blood still on my hands
To think that she would leave me now
For that ungrateful man
Sole survivor
No witness to the crime
I must act fast to cover up
I think that there`s still time
He`d seem hopeless and lost with this note
They`ll buy into the words that I wrote
This feeling
Inside me
Finally found my love
I`ve finally broke free
No longer
Torn in two
I`d take my own life before losing you

[Victoria:]
Feeling good this Friday afternoon
I ran into Julian
Said we'd get together soon
He`s always had my heart
He needs to know
I`ll break free of the Miracle
It`s time for him to go
This feeling
Inside me
Finally found my love
I`ve finally broke free
No longer
Torn in two
He`d kill his brother if he only knew
Their love renewed
They`d rendezvous
In a pathway out of view
They thought no one knew
Then came a shot out of the night
"Open your eyes, Victoria"

[Sleeper:]
One last time
We'll lay down today
One last time
Until we fade away
One last time
We'll lay down today
One last time
We fade away
As their bodies lie still
And the ending draws near
Spirits rise through the air
All their fears disappear
It all becomes clear
A blinding light comes into view
An old soul exchanged for a new
Familiar voice comes shining through

[Nicholas:]
This feeling
Inside me
Finally found my life
I`m finally free
No longer
Torn in two
I learned about my life by living through you
This feeling
Inside me
Finally found my life
I`ve finally broke free
No longer
Torn in two
Living my own life by learning from you
We`ll meet again my friend
Someday soon

Şok, KPSS hakkında Şok Haber

Tarım Bakanlığı ve TÜBİTAK, beraberce ve fairplay içerisinde düzenledikleri basın toplantısında, 2011 yılından sonra genelevlere kpss yoluyla eleman alımlarının başlayacağını bildirdi, ancak uygun bir torpil bulunması şartıyla. Verilen kararın amacının, işsiz üniversite mezunlularından farklı iş alanlarında istifade etmek ve piyasanın canlanmasını sağlamak olduğu belirtildi.

25 Ağustos 2010 Çarşamba

At The Grave Of Eurydice

Dün mezarını kazdım. Ondan geriye ne kaldıysa, onunla beraber bir daha gömüyorum. Dirilmesini engellemek için herşeyi yapıyorum.

Anladım ki, beni  binlerce ölü anıyla beraber, yeraltına hapseden Eurydice'ımın hayaletiydi. O çoktan yitiklerin arasına karışmıştı. Benim Eurydice, Persephone, Hades sandıklarım, onun solmakta olan izdüşümlerinden başka birşeyler değillerdi. Kendi bilinçaltımın belirsiz, solgun ve ben adım attıkça titreşen yolda devam ettikçe, aradığım ışıktan gittikçe uzaklaştım. Yürü diyordu bana varlığımı hissetmesen de yürü, ama yapamadım, yapmadım. Dönüp geriye baktım, solmasını izlemek için için. O da gerisine döndü, solmamı izlemek için. Işık çoktan sarmıştı benliğimizi gözlerimiz buluştuğunda.

Dışarı çıktığımdan beri kazıyorum zihnimin derinliklerini mezarının başında. Tüm kokularını, seslerini, hatalarını, gülüşlerini, dokunuşlarını, nazarını, ümitlerini, uykularını, şarkılarını, hayal kırıklıklarını, renklerini ve gözyaşlarını bir mezardan çıkarıp diğerine gömüyorum. Biliyorum ki Meriç'in kıyısında, donuk ve cansız gözlerle bakan başımı suya bırakırken sen de aynısını yapıyorsun.

Son toprak bu bırakabileceğim mezarına, son hakaret ve son elveda.

20 Ağustos 2010 Cuma

Before Sunrise ben seni cami köşesinden alırım

Ne güzel taze taze edindiğim borderlands'imde coop bam güm phew phew yapmak varken, gecenin bir yarısı Before Sunrise izlemem, beğenmem, bayılmam, ve hatta bunu konu alan bir yazı yazmam...hayır kesinlikle topum inşaata kaçmadı ufakken. Sadece bu sıralar böyle nasıl diyim bir östrojene doyamama(kusura kalmayın geri kalan 666 taneden örnek veremicem) var üzerimde. Biraz da byb'a malzeme vermek istiyorum, ama yok eşik değerini geçemedim şimdiye kadar. İşallah bu sefer tutturduk.


Neyse efenim, film şehane. "Bu ne lan tam kız filmi bu" diyecek kadar karbon yoğunluklu değilseniz tek başınıza da izlersiniz, beyler için tabi. Beğenmeyen bayanlarda, size tavsiyem, hiçbir zaman Arnold olamayacaksınız, o yüzden geçin şöle paşa paşa sevin şu filmi. Ha çiftler için de şahane bir fırsat bu film, ama birkaç kere izlemeniz gerekibilir bitirmek için. Taraflardan biri elbet patlar sona gelemeden. Yalnız hemen götü dönüp uyumak yok en az bir yarım saat "mır mır mrırmırrrırırmrırrmırı" edilmeli. Yoksa meşeyle geliyorum ortanıza. Heh heh bu fikir aldı beni benden, daha teri soğumamış ikilinin ortasında, elinde meşe odunlu ben, "MIRLA.....MIRLA DİYORUM SANA...MIRLAAAAAA" diye çemkiriyorum. Bunu da yaparsam gözüm açık gitmez beyaaa.

The end is nigh, omg!

Cuma ve son dakikalar, wheeeeeeeeeeeee! Bekle beni borderlands!

19 Ağustos 2010 Perşembe

Aphonia of Orpheus


Yürü diye yazıyor zihnimin erişemediğim kısımlarına, hem Hades'im, Hem Persephone'um, hem Eurydice'ım, arkana bakmadan yürü. Taa ki ikiniz de, taa ki ikimizde, taa ki tüm benliklerimiz ışığı görene kadar yürü. Açıkça söylemiyor asla, sadece sesiyle, sesleriyle işliyor bilinçaltıma, ya da ben kendimi kandırıyorum yeniden tüm bu zamanlar boyunca yaptığım gibi. Yürü diye fısıldıyor fikirleri, belirsizlikten yapılmış yolda, her ne duyarsan, en önemlisi de hiçbir şey duymasan bile yürü. Varlığımı hissetmesen bile dönüp bakma geriye, sadece umutla yürü bir adım sonrasının varlığı titreşen patikada.

Ne var ki ben Orpheus değilim, ne lirim var beni saran endişeleri Charon'a yolcu edecek, ne de sesim uzaklaştırabilir beni Styx'in dingin sularına çağıran sirenlerinden. Yoldan çıkmamak için, tek varlığım olan sesine tutunmaya çalıyorum ama nafile. Işığın hayali gibi, sesin de çözülüp sicim sicim olmuş, tutunup çekemiyorum kendimi anıların altından. Her denemem de koparken biri ve ben tökezlerken yolumda, tek elde edebildiğim yumuşak okşamaların kokusu tenimde kalan. 

Hangi zehirli düşüncelere sarılıp indin yeraltına ve orada bir başına kurdun umutsuzluktan krallığını bilmiyorum, Eurydice'ım, Persephone'um, Hades'im. Tüm anılarımızı öldürüp, karşıma duvar etmene sebep olacak olan o zehirli, kaygan ve sinsi endişe neydi anlayamıyorum. Herşeye rağmen sana, senliklerine ulaştığımı hayal ediyorum ve o hayallerin de beni son kez zehirlemesine izin veriyorum, belirsizliğin yolunda yürüyorum arkama bakmadan, varlığını hissetmeden ve ışığı göremeden. Ama korkuyorum, meraka yenik düşüp ışık görememiş suretine bakmaktan değil, devamlı patikayı uzatan umursamazlığının beni de patikanın belirsizliğine dahil etmesinden. Korkuyorum, kesik başımın olmasa da, duygularımın ve anılarımın nehir kenarında periler tarafından bulunmasından korkuyorum.

16 Ağustos 2010 Pazartesi

Savaşma Seviş dedim ben sana...demedim mi..dedim


İnsan karşı misillemeye harcadığı enerjiyi, birbirine sahip çıkmaya harcasa dünya daha güzel bir yer olsa, gül gibi geçinsek, börtü böcek filan...ama SEN zaten 667 tane hormonunla mutlu mesutsun, yorma o yüzden kendini birşeyleri kurtarmak için. BİZ olmak çok daha yorucu o bir müfreze hormonu dinlemekten. SEN kendi kararlarının, kendi zaferlerinin ve kendi yalnızlıklarının amansız komutanı olmaya devam et, elimdeki zeytin dalını kır ve beni de barış için geldiğim topraklarda, her yanı havan deşiği, boş kovan ve kanlı anılarla başbaşa bırak. Yıkılan kalelere harç olacağına artık, bir gülle daha sık, beyaz bayrağı gördükten sonra vurmak kolaydır hep çünkü.

15 Ağustos 2010 Pazar

Coffee girl at the window

Çok feminen ama, yandaki abla kadar olmasa da, gece gece o sehpaya basıp pencerenin kenarına çıkıp, bir elinde filtre kahve, bir elinde bırakmaya çalıştığın sigara, Brooke Waggoner'dan Hush If You Must dinlemek ayrı bir eğlenceli efil efil rüzgar seyyah olmuşken vücudunda. Another Dwarf, Different Story'den (Add your ads here) edindiğim eski bir oyungezerin sayfalarında buldum brooke ablayı. İlla benzeticem ya, eh tori amos diyeyim yer yer.  Vazgeçtim demiyorum, daha tatlı daha sevecen bu, daha da buruk bu kızıl kafa.

jetAudio, çevir kazı yanmasın yaparken, hem sigaranın hem de kahvenin sonuna gelmek...sanki hem ayakta hem yatakta çok iyi anlaşan bir çiftin aynı anda Nicelerinin Tepesinde buluşması gibi. Hele ki, kahve koymak için kullandığın kaşığa yapışan tane kahvenin son yudumda ağzına gelmesi, bir kadın için hem zor hem de mutlu anlarda bir parça çikolatanın anlamı neyse, benim içinde o kahve taneciğinin öyle bir anti depresan etkisi var. Bu son 'var'dan beri 10 dakika geçti ve yazacak birşey bulamıyorum, demek ki Hush if you must one last time. 




Her ne kadar elindeki starsucks olsa da coffee girl is coffee girl. Keşke her zaman kahve kahvedir ya da her zaman kadın kadındır da diyebilseydim.