25 Ağustos 2010 Çarşamba

At The Grave Of Eurydice

Dün mezarını kazdım. Ondan geriye ne kaldıysa, onunla beraber bir daha gömüyorum. Dirilmesini engellemek için herşeyi yapıyorum.

Anladım ki, beni  binlerce ölü anıyla beraber, yeraltına hapseden Eurydice'ımın hayaletiydi. O çoktan yitiklerin arasına karışmıştı. Benim Eurydice, Persephone, Hades sandıklarım, onun solmakta olan izdüşümlerinden başka birşeyler değillerdi. Kendi bilinçaltımın belirsiz, solgun ve ben adım attıkça titreşen yolda devam ettikçe, aradığım ışıktan gittikçe uzaklaştım. Yürü diyordu bana varlığımı hissetmesen de yürü, ama yapamadım, yapmadım. Dönüp geriye baktım, solmasını izlemek için için. O da gerisine döndü, solmamı izlemek için. Işık çoktan sarmıştı benliğimizi gözlerimiz buluştuğunda.

Dışarı çıktığımdan beri kazıyorum zihnimin derinliklerini mezarının başında. Tüm kokularını, seslerini, hatalarını, gülüşlerini, dokunuşlarını, nazarını, ümitlerini, uykularını, şarkılarını, hayal kırıklıklarını, renklerini ve gözyaşlarını bir mezardan çıkarıp diğerine gömüyorum. Biliyorum ki Meriç'in kıyısında, donuk ve cansız gözlerle bakan başımı suya bırakırken sen de aynısını yapıyorsun.

Son toprak bu bırakabileceğim mezarına, son hakaret ve son elveda.

2 yorum:

Arman dedi ki...

Kulübe hoşgeldin. Şurda oturan Ares, onunla artık daha sık görüşeceğinden eminim. Yan masadaki Dionysos, genelde bi şeyler gönderiyo, fazla konuşmuyo ama kibar çocuk. Karşı masadaki Icarus, hep havaya bakmasına aldırma, deli değil.
Keyfine bak, cheers.

Pyro In TehRain dedi ki...

Kızdırmasınlar beni hepsinin amua gorum, zeus'u getirin len baaa....of düşünsene köşe başında zeus'u çeviriyolar "sen bizim mahallenin kızına bakmışsın" diye....aman aman